Araştırma Sorusu: Türkiye'nin dengesiz ve muhafazakâr siyasi iklimi, Türk trans kadınlara yapılan muameleyi, toplumdaki yerlerini ve hak mücadelelerini nasıl etkilemiştir?
Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle hem Doğu'dan hem de Batı'dan benzersiz bir şekilde etkilenmiş bir kültüre sahip bir ülkedir. İslami dini değerlerin yanı sıra farklı kültürlerin bu şekilde bir araya gelmesi, günümüzde Türk toplumunu etkileyen geleneksel Türk değerlerinin yaratılmasında rol oynamışlardır. Son yıllarda ülkede muhafazakârlığın popülaritesi artarken, ülkede siyasi değişimlerin de yaşanmaya devam etmesi, siyasi dengesizliğe yol açmıştır. Bunun etkileri toplumda olduğu kadar insanlar, özellikle de ötekileştirilmiş topluluklardaki insanlar üzerinde görülebilmektedir.
Türkiye'deki kuir bireyler, özellikle de trans kadınlar ayrımcılığa maruz kalmış ve toplumdan dışlanmışlardır. Bu haksız muamele, kuir özgürleşme hareketlerinin yanı sıra güvenli alanlara (safe space) duyulan ihtiyacı da beraberinde getirmiştir. Aşırı politik ve muhafazakâr olan bu toplum nedeniyle Türk kuir bireyler kendi kimliklerine dair benzersiz bir bakış açısına sahip olmaya başlamışlardır. Bu makalede, Türkiye'deki trans kadınların dengesiz bir siyasi iklimde verdikleri hak mücadelesine odaklanarak translığa ve muhafazakâr bir toplumda trans olmanın ne anlama geldiğine odaklanacaktır.
Important political movements that have affected the queer community
Türkiye, siyasi söylemlerin insan haklarını ve sivil toplumu güçlü bir şekilde siyasallaştırdığı ve bunun özellikle marjinalize edilmiş topluluklar üzerinde etkileri olduğu bir ülkedir (Muehlenhoff, 2018). Bu siyasallaşmayı açıklamak için kuir bireylerin, özellikle de trans bireylerin bu siyasi değişimlerin ve olayların nasıl bir parçası olduğunun üzerinde durulmalıdır. Bu araştırmada son 50 yılda gerçekleşen önemli siyasi hareketler ve protestolar arasında Gezi Parkı protestoları ve 1980 darbesi yer almaktadır.
1980 darbesi, Türkiye'deki siyasi dengesizliğin kuir topluluğuna nasıl zarar verdiğinin ve trans kadınların nasıl hedef alındığının büyük bir örneğinidir. Askeri darbe genel olarak Türkiye'nin siyasi ve sosyo-ekonomik durumunu tamamen değiştiren bir olaydı ve bu nedenle olaydan yıllar sonra bile herkesin hayatını etkilemektedir. Darbe sırasında, trans kadınların ve eşcinsel erkeklerin geçimlerini sağladıkları en büyük sektörlerden biri olan sahnelerde yer almaları yasaklanmıştır (Göktaş, 2018). Bu politik değişim sırasında trans kadınlar üzerinde yoğun bir şekilde duruldu ve yaşam biçimleri kısıtlandı, ayrımcılık tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı ve haklarına karşı alınan kararlar uzun süreli etkilere sahip oldu. Trans kadınlar İstanbul şehir merkezinden uzaklaştırılarak ıssız yerlere gönderilerek, tutuklanarak gözaltında tutulup, işkence görmüş ve aşağılanmışlardır (Göktaş, 2018). Darbe sırasında trans kadınların maruz kaldığı bu muamele, değişen siyasi liderlerin ve siyasi dengesizliğin trans kadınları nasıl etkilediğini göstermektedir.
Farklı olarak, Gezi Parkı protestoları, 2013 yılında hükümet tarafından tahrip edilen bir parkı korumak için farklı azınlık toplulukları arasında işbirliğine yol açmıştır. Bu işbirliği, queer hareketin ve aktivistlerin siyasi partilerin gündemlerine ilişkin endişelerini dile getirmelerini ve hareketlerinin sivil düzeyde tanınmasını ve kabul edilmesini talep etmelerini mümkün kılmıştır (Çetin, 2016). Protestolar sırasında LGBT görünürlüğü yüksek bir noktaya ulaşmıştır, çünkü topluluk protestolar sırasında destek için birbirlerine yaslanırken ortak bir amaç altında diğer azınlık kimlik gruplarıyla bağlantılar kurabilmişlerdir. Kuir topluluğu ayrıca, polis tarafından saldırıya uğrayan insanlara yardım eli uzatarak onları evlerine davet edip barınmalarını sağladıkları için halktan da sempati ve kabul görmeyi başarmıştır (Ünan, 2015). Halk, onların da kendileri gibi insan olduğunu ve ortak bir düşmana karşı benzer nedenlerle mücadele ettiklerini fark edebildikleri için kuir aktivistlere yönelik genel bakış olumlu yönde etkilenmiştir. Bu siyasi olaylar toplumun kuir bireylere bakışını ve aktivistlerin konumunu değiştirmiştir, ancak yine de ülkede kuir hakları için mücadeleleri devam etmektedir.
Kuir Hakları ve aktivizm
Türkiye LGBT kimlikleri hiçbir zaman kriminalize etmemiştir; ancak LGBT bireyler toplumda hala ağır bir ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Türkiye'nin Avrupa'da en yüksek trans cinayeti oranına sahip olduğu ve Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği tarafından trans bireylere yönelik 520 nefret suçu vakasının rapor edildiği bildirilmiştir (Şansal, 1970). Ancak bu istatistikler, LGBT bireylere yönelik ayrımcılığı namus ve töre kavramlarının arkasına saklanarak ahlaki ve hatta yasal sayan ayrımcılığa karşı bireyleri koruyacak herhangi bir yasanın oluşturulmasına yol açmamıştır. Bu nedenle LGBT dernekleri, LGBT bireylerini hak sahibi haline getirme ve uğradıkları tacizi dile getirme konusunda politik bir rol üstlenmişlerdir (Muehlenhoff, 2018).
Yıllar boyunca özellikle trans kadınlar ağır ayrımcılığa uğramış ve onları toplumdan dışlayan yasal uygulamalara maruz kalmışlardır. LGBTİ ve seks işçisi derneklerinin raporlarında belgelendiği üzere, translar polis gözetimi, para cezaları, yargılamalar ve tutuklamalar şeklinde yasaların hedefi olmuş ve bu durum onların hayatlarını yaşamalarını neredeyse imkânsız hale getirmiştir (Taşcıoğlu, 2020). Trans seks işçileri, yasanın sınırlarına itilmiş ve en sert polis şiddetinin hedefi olmuşlardır (Taşcıoğlu, 2020). Hükümet ve polis tarafından aşırı derecede odaklanılmalarına rağmen, sesleri toplum tarafından duyulmadığı için hala görünmez olma durumunda kalmışlardır.
Trans kadınlara, özellikle de seks işçisi olanlara yönelik bu haksız muamele ve onlara karşı artan polis şiddeti, 1980'lerin sonu ve 1990'larda LGBT aktivizminin katalizörü olmuştur (Ünan, 2015). Aktivistlerin bir araya gelerek açlık grevine başladıkları Gezi Parkı protestoları örneğine geri dönecek olursak, bu eylemler hak mücadelesi için ilk kez organize edilen protestolardan biri olarak şu anda Türkiye'deki çağdaş queer hareketinde bir dönüm noktası olarak görülmektedir (Çetin, 2016). Bu KaosGL (1994, Ankara), Lambda Istanbul (1993), the Black Pink Triangle (2009, İzmir), and SPoD (2011, İstanbul) (Ünan, 2015) gibi LGBT haklarını savunan derneklerin kurulması ile devam ettirilmiştir.
Trans kadınların Kimlik Yaratımı
Genç erkek çocuklarına koyulan beklentiler, onları hayatlarını geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine göre yaşamaya ve kendilerini maskülen olarak göstermeye zorlamaktadır. Bu beklentilere ve toplumsal cinsiyet rollerine uymamak, toplumda kültürel normlara bir tehdit olarak görülmelerine ve dolayısıyla önyargı ve aşağılanma ile karşılaşmalarına neden olmaktadır. Erkeklik saygı gerektirdiğinden ve duygusal ve fiziksel olarak sert ve kendine güvenen olma gibi özelliklerle ilişkilendirildiğinden, erkeklik erkeklerden beklenmekte ve bir statü sembolü olarak görülmektedir. Bu nedenle insanlar trans kadınların kadınlığını toplumdaki güçlerinden sembolik olarak 'vazgeçmek' olarak yorumlayabilmektedirler (Türkoğlu & Sayılan, 2021). Bu toplumsal rollere uyumsuzluk, toplumda trans kadınlara yönelik ayrımcılığın büyük bir nedenidir ve aynı zamanda kendilerine dayatılan normlara tepki olarak kendi kültürlerini yaratarak kendi kimliklerini üretmelerinin de sebebidir (Demir, 2017).
Trans kadınların karşılaştığı bir diğer ortak mücadele de, karşılaştıkları nesneleştirme ve kendilerinden beklenen cinsiyet onaylayıcı ameliyatlar ya da hormonlardır. Bunlar kimliklerini sadece bir bedene indirgeyerek bedenlerinin hayatları boyunca en ön planda görülmesine sebep olmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren disfori ile uğraştıktan sonra, uyum sürecine girmeye karar verenler daha sonra yerine getirmeleri gereken başka beklentiler ve rollerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Uyum süreci, kendini trans olarak tanımlayan kişilerin nihai hedefi olarak görüldüğünden, toplumun onlara bakış açısını belirleyen büyük bir kavramdır. Buna ek olarak, cinsiyet doğrulama ameliyatları geçirerek süreçlerini "tamamlayan" ve resmi olarak "kadın" olduklarını belirten pembe kimlik kartını alan trans kadınlar, artık yasal olarak kadın olarak tanındıkları için grup içinde diğerlerinden daha önde görülmektedirler (Göktaş, 2018). Sadece toplumun kendilerinden beklediği cinsiyet onaylama ameliyatlarını olmaları ve bedenlerini değiştirmelerinin kimliklerinin tanınmasını sağlayacağı gerçeği, bedenlerine yapılan ağır vurguyu göstermektedir.
Ayrıca, özellikle İslami değerlere sahip muhafazakâr ve siyasi açıdan dengesiz olan bir ülkede yaşayan LGBT'lerin kimlikleri çok fazla politize edilmektedir. İslami LGBT kimliğinin siyaseti, Müslüman kültürü ve LGBT kimliklerinin nasıl çatıştığı toplum içinde bir tartışma konusuna gelmiştir. Kuir bir birey olarak var olmak İslam'ın temel değerlerine meydan okumaktadır çünkü kimlikleri ve deneyimleri bu kültürlerin kesişim noktasında yer almaktadır (Rahman, 2015). Topluma ve kendileri için tanımlanan toplumsal rollere uyumsuz olmaları, itaatsiz ve cesur, yüzleşmeye ve mücadele etmeye hazır bir kimliğe sahip olmalarına neden olmaktadır.
Kuir İletişim, Seks İşçiliği ve Güvenli Alan Arayışı
Ayrımcılık nedeniyle seks işçiliği yapmak zorunda kalan trans kadınlar hakkında sayısız hikaye vardır ve iş bulma çabalarını, karşılaştıkları istismarı ve ayrımcılığı anlatmışlardır (Taşcıoğlu, 2016). Seks işçiliği yaparken zorlansalar da kendi aralarında güvenebilecekleri bir toplulukları oluşturmuşturlardır ve fuhuş evleri de birbirlerini bir aile olarak görebilecekleri güvenli bir alan haline gelmiştir.
Fuhuş evleri, diğer translar kadınlar ile etkileşime geçmeleri için bir yol olmuş ve trans kimlik yaratımının yaşlı trans kadınlardan genç nesillere aktarılmasına olanak sağlamıştır (Taşcıoğlu, 2016). Hayat hikayelerini paylaşarak ve aynı şiddet ve hayatta kalma anlatıları altında yaşadıkları için ortak bir kimliği paylaşan mücadeleci insanlar olma üzerinden bağ kurabilmişlerdir (Taşcıoğlu, 2016). Kendileri olmalarına ve özgürce cinsiyet kimliklerini ifade etmelerine izin veren bir alan arayışları ancak ailelerini ve kasabalarını geride bıraktıklarında çözülebilmiştir (Taşcıoğlu, 2016). Bu durum, birbirleriyle güçlü bağları olan diğer trans bireylerle bir arada yaşamanın, acı ve ıstırabın ne yazık ki büyük rol oynadığı ortak bir kimliği paylaştıkları için birbirlerinin arkadaşlığında nasıl rahat bulduklarını göstermektedir.
Hayatlarındaki tüm acılar boyunca birçoğunun hayatlarındaki şiddete karşı kalkan olarak kullandıkları ve "gullüm" adını verdikleri olumlu bir bakış açılarını asla bırakmamaktadırlar (Taşcıoğlu, 2016). Anlamı "gülmek ve eğlenmek" olan bu kelimeyi, bedenlerine ve zihinlerine verilen zarardan kendilerini ayırmalarına yardımcı olan bir motto olarak kullanmışlardır. Bu kelime, Türkiye'de trans kadınlar ve eşcinsel seks işçileri tarafından konuşulan bir dil olan lubunca'ya aittir. Toplumdan dışlanmaları ve birbirleriyle iletişim kurma ihtiyacı duymaları, kendilerine ait bu eşsiz dilin yaratılmasına yol açmıştır. Dildeki kelimeler Türkçe ile Romanca ön planda olmak üzere bazı yabancı dillerin karışımından oluşmaktadır, çünkü onlar da (göçmenler) Türk toplumundan dışlanmışlardır, ve bu sebeple de aynı mahallelerde yaşamaktadırlar (Mortada, 2015). Seks işçiliği alanında iletişim kurmak için farklı bir dile ihtiyaç duymaları, toplumdan dışlandıktan sonra oluşan bir topluluk olarak statülerinin varlığını göstermektedir.
Sonuç olarak, bu makale trans kimliğin toplumda karşılaştığı ayrımcılığı ve buna karşı kullandığı baş etme stratejilerini göstererek Türkiye’nin siyasi atmosferinden de nasıl etkilendiğine ışık tutmuştur. Trans kimliğinin içine gömülü olan acılar ve mücadelelerini paylaşarak oluşturdukları destek ağları ve siyasi dengesizliğin da bu ağları nasıl etkilediği tartışılmıştır.
Trans kadınlar ve onların muhafazakâr bir toplumda giderek sertleşen ayrımcılık ve polis şiddetine karşı verdikleri hak mücadelesi, Türkiye'deki diğer birçok hareketi etkilemiştir. Onlar her fırsat, her hak için mücadele etmek zorunda kalan bir topluluk olmaları sebebiyle mücadeleleri hala istikrarla devam etmektedir.